25.10.2013 tarihli Sol'da yayınlanmıştır.
Afrika Sporunun
Buzkıran Gemisi
1969 yılında bir gün, Addis Ababa’da İmparator Selassie’nin
iktidarını protesto eden bir öğrenci yürüyüşü sırasında, kalabalıktan
sıyrılmaya çalışan bir volkswagen yoldan çıkarak kaza yapıyor ve bu kaza,
arabanın sürücüsünde kısmi ve kalıcı felce neden oluyordu. Dört yıl sonra, bir
başka deyişle 40 yıl önce tam da bugün bu kazanın bıraktığı hasarın da
etkisiyle geçirdiği bir rahatsızlık sonucunda yaşamını yitiren Abebe Bikila’nın
öyküsü, birçok anlamda dönüm noktası.
Akşamüstü başlayıp günbatımından sonra tamamlanan 1960 Olimpik Maratonu
Bunlardan ilki, uluslararası yarışmacı sporda Afrikalıların
kendilerini kabul ettirmeleridir. Bikila’nın Roma’da kazandığı altın madalya,
olimpiyatta bir Afrikalı sporcunun ve elbette ülkesi Etiyopya’nın ilk
birinciliğidir. Tarihin bir cilvesi olsa gerek, bu madalya, kara kıtada 17
ülkenin bağımsızlıklarını kazanmalarıyla “Afrika Yılı” olarak da anılan 1960
yılında gelmişti. Bugün Afrikalı sporcuları kış sporları haricinde hemen her
alanda öncü rollerde görebiliyoruz, ancak çok değil 50 yıl önce siyahi figürler
boksun dışında nadiren kendilerinden söz ettirebiliyorlardı ve bunun önemli bir
nedeni de başta ABD olmak üzere, segregasyon politikalarının varlığıydı.
Günümüzde de tribünlerden maymun sesleri yükselmeye devam ediyor; ancak bu
yıllarda Boston Celtics’i NBA tarihinin en başarılı takımı yapmak yolunda adım
adım ilerleyen Bill Russell’a, kendi taraftarları bile ırkçı davranışlarda
bulunabiliyor, işi Russell’ın evini basıp duvarlarına nefret içeren sloganlar
yazmaya kadar vardırabiliyorlardı. Bikila’nın başarısı, kendisini takip edecek
ve orta-uzun mesafelere hakimiyet kuracak olan Afrikalı – özel olarak da doğu
Afrikalı- atletlerin önünü açıyordu.
Tarihin bir başka cilvesi de maratonun, İtalya başkentinin
hemen her noktası tarihi miras niteliği taşıyan noktalarından geçen rotasıydı.
Bunlardan birisi, Mussolini’inin 1930’lu yıllarda Ethiyopya seferinin
başladığını halkına “müjdelediği” Venezzia Sarayının balkonun da yer aldığı
Venezzia meydanıydı. Bu kadraj, özellikle yaşı işgal yıllarını görmeye yeten
Etiyopyalılar için bir rövanş anını simgeliyordu; elbette dönüşünde muzaffer
bir kahraman olarak karşılandı.
Bir diğer nokta, Bikila’nın sıradışı dayanıklılığıydı. Finiş
çizgisini geçtikten sonra, diğer atletlerden çok daha dinç olduğu, bir 5 km. daha
koşabileceği rahatlıkla gözlemlenebiliyordu. Maraton öz itibariyle bir dayanıklılık
mücadelesidir ve herhangi bir maratonu değil kazanmak, bitirmek bile bu sınavı geçmenize
yeterlidir. Ancak Bikila dayanıklılığının yanına, dünya rekorunu kırarak hız da
ekliyordu. Çıplak ayakla koşması, geçtiğimiz hafta dile getirmeye çalıştığım
gibi, bunu gönüllü olarak tercih
etmesinden ya da çocukluktan gelen pratikten yararlanma amacından
kaynaklanmıyordu. Adidas’ın sağladığı yeni ayakkabının ayağını vurmasından kaynaklanan
bir talihsizlikti aslında. Roma’daki yarıştan önce ayaklarına bir göz atma
fırsatını bulan Faslı meslektaşı, ayak altlarının askeri araç lastiklerini
andıran bir sertlikte olduğunu söylemişti sonrasında.
Bikila aynı zamanda istikrar timsali bir sporcuydu. Yaşamı
boyunca katıldığı maratonların neredeyse hepsini kazandı. 1964 Tokyo
Olimpiyatından kısa bir süre önce apandisit rahatsızlığıyla hastaneye yatmış
olması, onun bu Maratonu da kazanmasına engel olmadı.. Bu başarı, devlet
tarafından kendisine, 1969’daki kazada kullandığı otomobilin verilmesiyle
ödüllendirildi.
Dayanıklı, hızlı, istikrarlı ve de dirençli. Afrika sporunun
buzkıran gemisi. Spor tarihinin ilham veren ve en popüler öykülerinden birisi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder