Paidar Demir ve Bir Çocukluk Anısı
Cuma günleri yazmak avantajlı ya
da dezavantajlı olabiliyor. Haftasonları maçlar ve turnuvalarla hareketlenen
gündemin ürettiği tartışmalar, takip eden birkaç gün içerisinde tüketiliyor ve
cuma gününe gelindiğinde yeni konular konuşulmaya başlanıyor. Bu durumda cuma
günü, bir önceki haftasonunun gelişmeleri üzerine kalem oynatmak isteyen yazar,
bir yandan konuların belli bir olgunluğa erişmesinden ve verilerin
birikmesinden yararlanma avantajını yakalarken, öte yandan benzer görüşlerin
tekrar edileceği bir yazıyı yazmanın riskiyle karşılaşabiliyor. Kuşkusuz
Türkiye’de hangi tartışmanın istenilen olgunluğa erişebildiği ya da hangi
konunun yeterince tüketilerek sıradaki gündem maddesine gönül rahatlığıyla
geçilebildiği sorgulanmaya açıktır. Yine de Beşiktaş-Galatasaray derbisinde
yaşananlar ya da Fatih Terim’in sözleşmesinin tek taraflı olarak feshedilmesi
konularını pas geçmek hakkımı kullanıyor ve Burhan Felek Spor Salonu’nda bugün
başlayacak olan Paidar Demir Erkekler Voleybol Turnuvası’ndan, daha doğrusu
turnuvaya adını veren büyük sporcudan bahsetmek istiyorum.
Türkiye'de kurumlar ellerindeki arşiv görüntülerini insanların rahatça erişebileceği bir biçimde kullanıma açmayı pek sevmediklerinden, yakın zamana kadar oynamış Paidar'a ait bir maç kaydına internette rastlayamıyoruz.
İlki geçtiğimiz yıl düzenlenen ve
yeni sezona hazırlık amacını taşıyan turnuvaya, Galatasaray’ın evsahipliğinde,
İstanbul BŞB, Olympiacos ve Tomis Costanta takımları katılacak. 2006 yılında
geçirdiği bir trafik kazasında yaşamını yitiren Paidar Demir’in, kulüp
tarihinin en önemli voleybolcularından birisi olduğunu söylemeye gerek yok.
Adı, kendisi gibi bir Galatasaray efsanesi olan meslektaşı ve babası Ayhan
Demir’in, bir uçak kazasında yaşamını yitiren yine GS’li arkadaşı Paidar
Dobra’dan geliyor. Bir sporcunun kulübüyle özdeşleşmesinin, onun kaderi
olmasına hangi sıklıkla rastlanır ki?
Sarı kırmızılıların 1980’li
yıllardaki 3 yıl üst üste şampiyon kadrosunun vazgeçilmez isimlerinden. Basketbol
ve futbolda olduğu gibi yabancı oyuncu sayısının az olduğu - ki bu dönemin GS
Erkek Voleybolundan şu an ismini anımsayamadığım bir Yugoslav oyuncudan başkası
hatırıma gelmiyor - ve yerli oyuncuların takımlarının önemli parçaları olduğu
bu yıllarda 8 numaralı “Pako”nun, uzun sayılamayacak boyuna rağmen yaptığı
smaçlar ve hemen her maçta gösterdiği adanmışlıktı onu vazgeçilmez kılan. Bu
şampiyonluklardan birkaç sezon sonrası, Ankara Selim Sırrı Tarcan Spor Salonu’nun
tenha tribünlerinde Galatasaray, muhtemelen Halk Bankasıyla oynuyor. Ellerimde,
o yıllarda 19 Mayıs Stadyumu’nda da popüler bir atıştırmalık olan peynirli pide
ve vişne suyu ve yanımda babamla, oradayız. Tenha tribünlerin aslında insanı
oyunun içine çeken bir yönü de vardır; oyuncular arasındaki diyalogları,
molalarda koçun verdiği talimatları duyabilirsiniz. Bu maçta da, kaptan
Paidar’ın o gün pek de iyi oynamayan takım arkadaşlarını motive etmek için
söylediği “bon servis!” ya da “bas bloğu” nidalarını sıklıkla işitiyoruz. Takım
ilk iki seti kaybettikten sonra, kaptanın üstün gayretiyle maçı çeviriyor ve
3-2 kazanıyor. Karşı tribünde, babamın söylediğine göre banka personelinden
oluşan ev sahibi taraftarlar sessizliğe bürünürken biz galibiyeti kutluyoruz.
Bu sırada, salon tenha olmasa da işitilecek bir haykırış yanı başımdan geliyor:
“Aslanım Paidar!”. Sahada arkadaşlarıyla mütevazı bir kutlama yapmakta olan
kaptan, şaşkınlıkla başını kaldırıp babama el salladığında bu coşkulu
tezahüratın kaynağını da öğrenmiş oluyorum.
Maçtan sonra salondan ayrılırken,
takımın okul servislerini andıran bir minibüs içinde geç kalanları beklemekte olduğunu
görüyoruz. Kaptan, servisin en fiyakalı yeri olarak düşünülen arka dörtlünün
cam kenarında oturuyor. Takımın ertesi gün bir maçı daha var; bu yıllarda zaten
Ankara ve İstanbul takımlarından müteşekkil voleybol liginde, takımlar bir
haftasonunda iki deplasmanı aradan çıkarıyorlar. Babam, Paidar’a gidip ertesi
gün oynanacak maçın saatini sormamı söylüyor. Bir süre çekingen davrandıktan
sonra, tam cesaretimi toplayıp yanına vardığımda aracın motoru çalışıyor ve
kaptan beni görmeyerek camını kapatıyor.
Kaptanın ömrü, 42 yaşına kadar
aktif olarak sürdürdüğü sporculuk kariyeri kadar uzun olmadı ne yazık ki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder