5 Eylül 2013 Perşembe

İki Savaş Arası Dönemde İşçi Olimpiyatları

30.08.2013 tarihli sol'da yayınlanmıştır.

İki Savaş Arası Dönemde İşçi Olimpiyatları
-Bu yazıya ilham kaynağı olan Metin Kurt’a saygıyla-

Baron Pierre de Coubertin öncülüğünde yaygınlaşan modern olimpik hareketin modernitenin ya da bir başka deyişle kapitalistleşme ve ulus devletlerin kuruluş süreçlerinin bir çocuğu olduğu açıktır. Fransız spor adamı, spor karşılaşmalarının ulusların karşı karşıya geleceği yarışmalara dönüşmesinin savunucusuydu. Hatta, madalya kazanan sporcuların bayraklarının törenler sırasında dalgalandırılması da kendi önerisiydi. Bu arada “Olimpiyatların babası” olarak tanımlanan Coubertin’in bir Nazi hayranı olduğunu, IOC başkanlığındaki halefi ABD’li zengin Avery Brundage’ın, beyaz ırkın üstünlüğüne inanan ve Nazi hayranlığına, Franco hayranlığını da ekleyen bir faşist olduğunu ve nihayet, Brundage’ın yerini alan Juan Antonio Samaranch’ın da bir falanjist olarak ölümüne kadar Franco’ya sadık kaldığını ekleyelim. Olimpik hareketin yöneticilerinin bu kadar güçlü bir ulusal- hatta faşizan- söylemle ve sınıf mücadelelerinin hararetli olduğu bir dönemde ortaya çıkması, antitezini de yarattı. 
Bu fotoğraf, Manchester'daki bir müzenin arşivinden alınmış, tam tarihini ve detaylarını kestiremiyorum ancak muhtemelen 1930'lardaki İşçi Oyunlarından birisinin açılış töreninde çekilmiş.

1920 yılında Almanya’da kurulan Sosyalist İşçiler Spor Enternasyonali (SASI), Alman sendikal hareketine dayanan, sosyal demokrat olarak tanımlanabilecek bir oluşumdu ve işçilerin siyasi mücadelesiyle ilgilenmiyordu. Avrupa’da sosyal demokrat ve komünist partiler ve hareketlerin ayrışmasına tanıklık edilen bu dönemde, sporda da benzer bir ayrışma yaşanıyor, her ne kadar Sovyetlerin etkisi altındaki Komintern yönetiminin başlangıçta pek ilgisini çekmese de, Nikolay Podvoisky isimli bir Kızıl Ordu subayının insiyatifiyle bir de Kızıl Spor Enternasyonali (RSI) kuruluyordu. İki savaş arası dönemde, Avrupa’daki hemen tüm ülkelerden yüzbinlerce üyesi olan bu iki kurumun, SASI’nin düzenlediği İşçi Olimpiyatları ve RSI’nin düzenlediği Spartakiad oyunları, olimpiyat oyunlarına rakip olacak kadar ilgi çekiyordu. Hatta SASI hareketinin merkezlerinden kabul edilebilecek olan Viyana’daki 1931 Yaz İşçi Olimpiyatları, 100,000 civarında katılımcı ve 250,000 civarında izleyiciyle, 1932 Los Angeles Olimpiyatlarını geride bırakıyordu. 1937 yılındaysa RSI, dönemin Kominterninin faşizme karşı birleşik cephe düsturunu benimsemesi ve komünist partilerin sosyal demokrat partilerle ittifaklara yönelmesi kararıyla paralellik gösterir biçimde, Antwerp’te SASI ile birlikte İşçi Olimpiyatlarını düzenliyordu.
Kısacası iki savaş arası dönem, kapitalist-burjuva, sosyal demokrat ve komünist olmak üzere 3 farklı olimpik hareketin rekabetiyle geçiyordu. 2. Dünya Savaşı sonrasında ise, Sovyetler Birliği’nin, kapitalist ülkelerle barış içerisinde bir arada yaşama politikasını izlemeye başlamasının da bir tezahürü olarak, SSCB olimpik harekete dahil oluyor ve iki dünya sistemi arasındaki rekabet, doğrudan spor karşılaşmalarına yansımaya başlıyordu. SASI ise, yine 2. Savaşı izleyen yıllarda, biraz daha ehlileşerek ve etkisini yitirerek, Uluslararası İşçiler ve Amatörler Spor Konfederasyonuna (CSIT) dönüştü ve günümüzde de varlığını sürdürüyor.
2. Dünya Savaşından sonra Spartakiad'lar, Sovyetler Birliği'nde tüm cumhuriyetleri kapsayan halk yarışmaları olarak sürdü. Bunlara üst düzey sporcular da katılıyordu, 1975 yılına ait videoda olimpiyat şampiyonu Olga Korbut görülüyor.

Peki işçi sporu hareketi nasıl bir alternatif sunuyordu? Her şeyden önce, spor faaliyetlerine katılımın ayrıcalıklı kesimlerle sınırlanmaması, işçilerin de bu boş ve hoş zaman aktivitelerine katılmalarını hedefliyordu. Ayrıca, burjuva kültürüne karşı bir işçi sınıfı kültürünün oluşturulması açısından da önemseniyordu spor. Bu yaklaşımın bir görünümü, işçi olimpiyatlarındaki yüksek katılımı sağlayan ve IOC uygulamasının aksine, oyunlara katılım konusunda sporcuların başarılarını ölçen derece barajları, eleme yarışları gibi engeller çıkartılmamasıdır. Sovyetlerdeki kızıl spor hareketi de, yukarıda anılan farklılıkları taşımakla birlikte, benzer ilkelere yaslanıyordu.
Günümüzde sporcular ve antrenörleri yalnızca başarıya odaklayan sistem, artan doping kullanımının başlıca nedeni. Öte yandan, doping skandallarına her gün bir yenisinin eklenmesi de, izleyicilerin dürüst yarışmaya olan güvenini zedeliyor. İşler o raddeye geldi ki, yaz oyunlarının sembol branşı 100 metre yarışlarının tartışmasız lideri Jamaika’nın, birçok sporcusunda dopinge rastlanması nedeniyle Rio 2016’dan çıkarılması gündemde. İnsanlık spordaki metalaşmayı sorgulamaya ve alternatifler aramaya başladığında, bu deneyimlerin sunduğu önemli dersleri almaya da açık hale gelecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder