30.08.2013 tarihli sol'da yayınlanmıştır.
İki Savaş Arası
Dönemde İşçi Olimpiyatları
-Bu yazıya ilham kaynağı olan Metin Kurt’a saygıyla-
Baron Pierre de Coubertin
öncülüğünde yaygınlaşan modern olimpik hareketin modernitenin ya da bir başka
deyişle kapitalistleşme ve ulus devletlerin kuruluş süreçlerinin bir çocuğu
olduğu açıktır. Fransız spor adamı, spor karşılaşmalarının ulusların karşı
karşıya geleceği yarışmalara dönüşmesinin savunucusuydu. Hatta, madalya kazanan
sporcuların bayraklarının törenler sırasında dalgalandırılması da kendi
önerisiydi. Bu arada “Olimpiyatların babası” olarak tanımlanan Coubertin’in bir
Nazi hayranı olduğunu, IOC başkanlığındaki halefi ABD’li zengin Avery
Brundage’ın, beyaz ırkın üstünlüğüne inanan ve Nazi hayranlığına, Franco
hayranlığını da ekleyen bir faşist olduğunu ve nihayet, Brundage’ın yerini alan
Juan Antonio Samaranch’ın da bir falanjist olarak ölümüne kadar Franco’ya sadık
kaldığını ekleyelim. Olimpik hareketin yöneticilerinin bu kadar güçlü bir
ulusal- hatta faşizan- söylemle ve sınıf mücadelelerinin hararetli olduğu bir
dönemde ortaya çıkması, antitezini de yarattı.
Bu fotoğraf, Manchester'daki bir müzenin arşivinden alınmış, tam tarihini ve detaylarını kestiremiyorum ancak muhtemelen 1930'lardaki İşçi Oyunlarından birisinin açılış töreninde çekilmiş.
1920 yılında Almanya’da kurulan
Sosyalist İşçiler Spor Enternasyonali (SASI), Alman sendikal hareketine
dayanan, sosyal demokrat olarak tanımlanabilecek bir oluşumdu ve işçilerin
siyasi mücadelesiyle ilgilenmiyordu. Avrupa’da sosyal demokrat ve komünist
partiler ve hareketlerin ayrışmasına tanıklık edilen bu dönemde, sporda da
benzer bir ayrışma yaşanıyor, her ne kadar Sovyetlerin etkisi altındaki
Komintern yönetiminin başlangıçta pek ilgisini çekmese de, Nikolay Podvoisky
isimli bir Kızıl Ordu subayının insiyatifiyle bir de Kızıl Spor Enternasyonali
(RSI) kuruluyordu. İki savaş arası dönemde, Avrupa’daki hemen tüm ülkelerden
yüzbinlerce üyesi olan bu iki kurumun, SASI’nin düzenlediği İşçi Olimpiyatları
ve RSI’nin düzenlediği Spartakiad oyunları, olimpiyat oyunlarına rakip olacak
kadar ilgi çekiyordu. Hatta SASI hareketinin merkezlerinden kabul edilebilecek
olan Viyana’daki 1931 Yaz İşçi Olimpiyatları, 100,000 civarında katılımcı ve
250,000 civarında izleyiciyle, 1932 Los Angeles Olimpiyatlarını geride
bırakıyordu. 1937 yılındaysa RSI, dönemin Kominterninin faşizme karşı birleşik
cephe düsturunu benimsemesi ve komünist partilerin sosyal demokrat partilerle
ittifaklara yönelmesi kararıyla paralellik gösterir biçimde, Antwerp’te SASI
ile birlikte İşçi Olimpiyatlarını düzenliyordu.
Kısacası iki savaş arası dönem,
kapitalist-burjuva, sosyal demokrat ve komünist olmak üzere 3 farklı olimpik
hareketin rekabetiyle geçiyordu. 2. Dünya Savaşı sonrasında ise, Sovyetler
Birliği’nin, kapitalist ülkelerle barış içerisinde bir arada yaşama
politikasını izlemeye başlamasının da bir tezahürü olarak, SSCB olimpik
harekete dahil oluyor ve iki dünya sistemi arasındaki rekabet, doğrudan spor karşılaşmalarına
yansımaya başlıyordu. SASI ise, yine 2. Savaşı izleyen yıllarda, biraz daha
ehlileşerek ve etkisini yitirerek, Uluslararası İşçiler ve Amatörler Spor
Konfederasyonuna (CSIT) dönüştü ve günümüzde de varlığını sürdürüyor.
2. Dünya Savaşından sonra Spartakiad'lar, Sovyetler Birliği'nde tüm cumhuriyetleri kapsayan halk yarışmaları olarak sürdü. Bunlara üst düzey sporcular da katılıyordu, 1975 yılına ait videoda olimpiyat şampiyonu Olga Korbut görülüyor.
Peki işçi sporu hareketi nasıl
bir alternatif sunuyordu? Her şeyden önce, spor faaliyetlerine katılımın
ayrıcalıklı kesimlerle sınırlanmaması, işçilerin de bu boş ve hoş zaman
aktivitelerine katılmalarını hedefliyordu. Ayrıca, burjuva kültürüne karşı bir
işçi sınıfı kültürünün oluşturulması açısından da önemseniyordu spor. Bu
yaklaşımın bir görünümü, işçi olimpiyatlarındaki yüksek katılımı sağlayan ve
IOC uygulamasının aksine, oyunlara katılım konusunda sporcuların başarılarını
ölçen derece barajları, eleme yarışları gibi engeller çıkartılmamasıdır.
Sovyetlerdeki kızıl spor hareketi de, yukarıda anılan farklılıkları taşımakla
birlikte, benzer ilkelere yaslanıyordu.
Günümüzde sporcular ve antrenörleri yalnızca başarıya
odaklayan sistem, artan doping kullanımının başlıca nedeni. Öte yandan, doping
skandallarına her gün bir yenisinin eklenmesi de, izleyicilerin dürüst
yarışmaya olan güvenini zedeliyor. İşler o raddeye geldi ki, yaz oyunlarının
sembol branşı 100 metre yarışlarının tartışmasız lideri Jamaika’nın, birçok
sporcusunda dopinge rastlanması nedeniyle Rio 2016’dan çıkarılması gündemde.
İnsanlık spordaki metalaşmayı sorgulamaya ve alternatifler aramaya
başladığında, bu deneyimlerin sunduğu önemli dersleri almaya da açık hale
gelecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder