27.07.2013 tarihli soL'da yayınlanmıştır.
Başgan Obama’nın
Beyaz Perdedeki Tezahürü
Neden bütün felaketler ABD’nin başına gelir? Depremler,
kasırgalar, su baskınları, savaşlar, terörist saldırılar, seri cinayetler,
kitle katliamları, çete savaşları... Bu anlamsız bir soru, hatta felaketlerin
en büyüğü olan iç ya da dış savaşların, 20. yüzyıl boyunca uğramadığı yegane
kıtanın Kuzey Amerika olduğu da ortadadır. Ancak hal böyleyken, diyelim ki 22.
yüzyılda, tarih bilincinden şüphe duyulmayacak bir araştırmacı, son iki yüzyılı
sinemanın, özellikle de Hollywood sinemasının sunduğu perspektiften
değerlendirmeye kalkacak olursa, karşılaştığı manzaraya anlam vermekte
zorlanacaktır.
Halen vizyonda olan bir film, White House Down (Beyaz Saray Düştü), pişmiş tavuğun başına
gelmeyeni, bu güzelim ülkenin başına getiriyor yeniden. Yönetmen Roland
Emmerich’in 2012 ve The Day After Tomorrow gibi önceki prodüksiyonlarını
anımsatan, yüksek bütçeli, bol çatlamalı patlamalı felaket-aksiyon filmlerinin
en yenilerinden. Yapım, Obama dönemi sineması olarak nitelendirilen yeni bir
eğilimin bir parçası olarak da değerlendirilebilir. Obama sinemasıyla kast
edilen, bir grup sinemacının bilinçli bir biçimde oluşturduğu bir akım değil. Yeni
Film dergisinin 28. sayısında Özge Özdüzen’in konu üzerine yazdığı yazıdan
anlaşıldığı üzere, Obama döneminde ABD’nin küresel imajının önceki Bush
dönemine nazaran daha parlak olduğu inancı Hollywood tarafından benimsenmiş ve
bundan ötürü, militarist-milliyetçi imgelerle bezeli propoganda filmleri
yeniden revaçta olmuş.Gerçekten de, Zero
Dark Thirty ve Argo gibi propoganda
filmlerinin sayısı, soğuk savaş yıllarını anımsatacak seviyede artmış durumda.
Aslında lafı bu kadar dolandırmaya gerek yok, film doğrudan
doğruya Obama’yı anlatıyor! Başkan Sawyer ( Jamie Foxx) canlandıran aktörden de
anlaşılabileceği üzere Afro-Amerikan ve Obama gibi, sigarayı bırakmanın
stresiyle nikotin sakızı çiğniyor, “Air Jordan” marka ayakkabı giyiyor ve
Ortadoğu’ya barış getirmek üzere, bölgedeki ülkelerde bulunan bütün askerlerini
geri çekeceğini açıklıyor (Bu kadar aleni göndermelere bir de kurtlar vadisinde
rastlıyorduk). Ancak bu sonuncusunu gerçekleştirmesinin önünde bir engel var;
kendi yönetim kadrosu içerisinde de nüfuz sahibi olan savunma sanayisi sektörü.
Bu sektörün adamı, aynı zamanda başkanı korumakla görevli Gizli Servis’in başı
Ajan Walker (James Woods), asker olan oğlunu başkan tarafından onaylanan gizli
bir operasyon sonucunda yitirmiş; ancak baskını organize etme motivasyonu bu
değil, başkanın Ortadoğu’daki “barışçıl” politikaları. Yine eski bir asker olan
koruma polisi Cale (Channing Tatum), iletişim sorunları yaşadığı 11 yaşındaki
kızının Sawyer-Obama hayranlığından esinlenerek, başkanı Beyaz Saray baskınında
koruma görevini üstleniyor.
Filmdeki Obama savunusu mantık sınırlarını zorluyor. Öyle
bir ABD başkanı portresi çizilmiş ki, hiçbir zaafı yok, sanki süper gücün lideri
değil de – yatağının başucunda biyografisi de olan - 20. yüzyılın hemen her kesim tarafından saygı
duyulan nadir figürlerinden Nelson Mandela. Çocuk ruhlu bir başkan. En sevdiği
şey, konutuna dönerken helikopteriyle Washington D.C. semalarında alçak uçuş
yapmak ve bu tutkusu de-facto koruması Cale’in kızı Emily (Joan Clarke) ile
ortak. Başkan sürekli bir kaçış halinde, ulaşılamılıyor ve yaşanan her
patlamayla hayatından endişe ediliyor. Bu yönetim boşluğu krizinin aşılması
için, başkanlık önce başkan yardımcısına, ardından düzenlenen bir komplo sonucu
“kötü adamlar”ın adamı Temsilciler Meclisi Başkanına geçiriliyor(speaker of the
house). Bu sırada başkan gibi davranan 11 yaşındaki Emily, babasıyla katıldığı
Beyaz Saray turunda Walker’ın adamlarının eline düşmeden önce çektiği
görüntüleri internete yüklüyor ve kriz boyunca soğukkanlılığını koruyor.
Nihayet, eline sancağı kaptığı gibi Beyaz Saray’ın bahçesine fırlayarak, baskını
hava bombardımanı (!) yoluyla bertaraf etme emrini alan uçaklara, buna gerek
kalmadığını gösteriyor. Böylece, faiz değil ancak silah lobisinin ve Bush
yönetiminin yere düşürdüğü bu sancak, Obama hayranı bir çocuk tarafından yerden
kaldırılmış olunuyor ve bir başka Hollywood filmi daha, ekranda dalgalanan ABD
bayrağıyla kapanıyor.
Hikayeyi benzerlerinden, örnek vermek gerekirse “24”
dizisinden ayıran en dikkat çekici yan, kötü adamların, eski parıltılı
günlerini arayan Ruslar, intikam amacı güden Sırplar ya da Araplar değil,
bizatihi Kuzey Amerikalılar olmaları. Aslında filmin iyi bir çelişki yakaladığı
söylenebilir; günün birinde bir başkan, sistemde ciddi bir yarılma anlamına
gelebilecek bir doktrinle ortaya çıkarsa, ülkedeki iktidar odaklarının bu
duruma tepkisi ne olur? Ancak filmin amacı, bu soruya yanıt aramak değil de,
mevcut iktidar odağına ve emperyalizmin güncel politik açılımlarına övgü düzmek
olduğu için, soru güme gitmiş oluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder