24 Mayıs 2013 Cuma

Artık Bir Manifestomuz Var


Artık Bir Manifestomuz Var
Spor basınının eski ve yeni kuşak temsilcilerinin bir araya gelerek hazırladığı “Biz Kazanacağız” başlıklı metini okumuşsunuzdur. Öncelikle belirtmek gerekir ki, kendi imzalarıyla gazetelerinde bu manifestoya yer veren yazarlar geniş kesimleri temsil edebilecek potansiyeli taşıyorlar. 
Biraz da manifestonun içeriğine bakalım. Kazanacak olan özne, “utanma duygusunun, medeniyetin, vicdanın ve adaletin tarafında olanlar”. Getirilen eleştirilerin, hedef aldığı kişi ve kurumların isimlerine yer verilmese de - malum Türkiye’de bir futbol kulübü yöneticisini eleştirecekseniz, tarafsızlığınızı kanıtlamak için cümle içerisinde diğer kulüplerin yöneticilerinin benzer demeç ya da vukuatlarını da anmanız gerekiyor - sözünü sakınmayan bir üslupla kaleme alındığını teslim etmek gerekiyor. Gözleri kör eden rekabet ortamında, renk körlüğünü tavsiye ediyor. Irkçılığı ve ayrımcılığı karşısına alıyor, lafını masa başında maç bağlayandan da, maç sırasında kural değiştirenden de esirgemiyor. Bu girişimi etkisizleştirmek için ileri sürülebilecek “hepimiz aynı gemideyiz”, “futbol ailesi” ve benzeri klişelere karşı önlemini alıyor. Kanımca bu çıkışı şu ana kadar tanık olduğumuz benzerlerinden ayrı kılan birkaç önemli noktadan birisi de burada yatıyor. Tekrar olacak, isim zikredilmiyor ancak futbol elitleriyle araya belirgin bir mesafe konuyor.


Genellikle bu kadar övgüyü, biraz yergi, hiç değilse eksik kalan noktalara dikkat çekmek, takip eder. Bunu yapmak niyetinde değilim, her şeyden önce Bağış Erten’in dediği gibi bu bir başlangıç vuruşu. Futbolun tatile girdiği günlere geldik, Erkek Basketbol Play-Off’larını da başta Galatasaray-Karşıyaka eşleşmesi olmak üzere kazasız belasız atlatırsak, bu başlangıç vuruşunu, yaratıcı taktik varyasyonlarla geliştirmek için zamanımız olacak.
Yaratıcı olmak önemli, çünkü padişah özentisi son fermanında stadyumların polise emanet edilmesinden bahsetti. Polisin iktidar tarafından nasıl kullanıldığı artık yalnız biz solcuların, öğrencilerin, işten çıkarılan işçilerin ya da derelerine ve topraklarına sahip çıkan yurttaşların değil, bütün kamuoyunun malumu. 1 Mayıs’tan bu yana hünkarlarından aldıkları emirlerle hemen her gün İstanbul’u gaza  boğan bir yapıyla karşı karşıyayız. Çarşamba gecesi oynanan kupa finalinde de, Trabzonspor taraftarlarının, o herkesin bildiği konfeti atma ve belki bir iki tane meşale yakma dakikası geldiğinde, her maç tekrarlanan sıradan bir tribün şovunu dahi biber gazıyla bastırmaya çalıştılar. Şiddet uygulamak için bahaneye dahi ihtiyaç duymuyorlar. İşte bu şiddeti tribünlerin dışında tutmak için, tribünlerin sakinlerinin insiyatif almaları gerekiyor. Kimi takımların taraftarları arasında kan davasına dönüşen gerginliklerden en azından bir tanesini sonlandırmak iyi bir başlangıç olmaz mı?
Metini kaleme alan yazarların önemli bir sorumluluk yüklendiğini düşünüyorum. Hayal görmeye gerek yok, Türkiye’de devletin adalet ve güvenlik hizmetlerine olan güven sıfırlanmış durumda. 2007-2011 yılları arasındaki tutuklama dalgaları, gizli tanıklar, düzmece deliller ve deli saçması iddianamelerle devam eden ve kürt hareketinden ulusalcılara kadar, akp-cemaat koalisyonu dışında kalan herkesi etkileyen yargılamalar yüzünden, büyük fırtınalar kopartılarak başlatılan şike soruşturması, aslında ölü doğmuş bir girişimdi. Mesele, ülke futbolunda maç sonuçlarının manipüle edilip edilmemesi değildi, çürümüş bir adalet sisteminin adalet dağıtamayacak, vereceği kararlara kimseyi inandıramayacak oluşuydu. Bu manifestoya verilen olumsuz tepkilerin bir çoğunun temelinde, bu sürecin yarattığı güvensizliğin olduğunu görüyorum. Başlama vuruşunun arkasını getirebilmek için, bu güvensizliği aşmak için sabırla çaba göstermek gerekiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder