10 Mayıs 2013 Cuma

Yeni Nesil Stadyumlar


Bu yazı, 10.05.2013 tarihli soL'da yayınlanmıştır.
Yeni Nesil Stadyumlar
Cevat Prekazi, katıldığı bir televizyon programında, sunucunun Türk Telekom Arena’ya beraber giderek maç seyretme talebini “Ben Ali Sami Yen”i seviyorum diyerek geri çevirince, “ağabey, orası toprak oldu” yanıtını almıştı. Prekazi bunun üzerine, Kusturica filmlerini anımsatan bir hissiyatla “Babam da toprak oldu ama ben onu seviyorum” demişti.
Galatasaray’ın orta sahadaki zarif virtüözünün duygusal yaklaşımı bir yana, bu yeni stadyumu geçtiğimiz pazar günü 3. ziyaret edişimde, gayri insani bir modern zaman yapısıyla karşı karşıya olduğumuzu bir kere daha hissettim. Ulaşımdan başlayalım. Her randevuya yaklaşık 50 bin kişinin beklendiği bir mekana toplu ulaşımın, tek bir metro hattı üzerinden sağlanması ve bu hattan çıkan insanların yine tek noktadan stada ulaşıyor olmalarının yarattığı riskleri analiz etmek için mühendislik bilgisine sahip olmak gerekmiyor.
İstasyonun çıkışında, 25 yıldır maçlara giden bir futbolsever olarak edindiğim alışkanlığı yerine getirmek için, su, simit gibi ihtiyaçları, cebimdeki bozuk paralardan kurtulmak suretiyle karşılamak istiyorum. Ancak etkinlik günleri haricinde kent yaşantısının bir parçası olmayan alanda, bir simitçi bulmak mümkün olmadığı gibi, bir şişe su alabileceğiniz seyyar satıcı kardeşlerimizin de istasyondan öteye geçmelerine izin verilmediğini fark ederek, neyse içeride birkaç katı para vererek alırız, kırk yılda bir maça gelmişiz zaten, diyorum. Kuzey tarafında ve kuzeyli rüzgarların nüfuz alanında olan tribünümüzde ilk yarıyı bitirdikten sonra, fahiş fiyatlara satış yapılan ve tamamı bir gıda zincirinin parçası olan büfelerden bir bardak su alabilmek için tekrar bir uğraşın içine giriyorum. Eski Ali Sami Yen’de ya da gerçekten köhnemiş olan Ankara 19 Mayıs’ta birkaç dakika içerisinde halledilebilecek bu işlemin tamamlanmasının, 2. yarının başlangıcını bulabileceğini hesap ederek yerime dönüyorum. Bu arada eski zamanlarda taze hıyardan peynirli pideye varıncaya kadar, ucuz atıştırmalıkların tribünlerde dolaştığını anımsayarak, bir ümit, giriş kapılarını gözlemeye devam ediyorum. Aradığım bir bardak suya ulaşmak, yüz milyonlarca dolara mal olan bu tesiste imkansız adeta.
Aslında futbol seyircisi türlü mahrumiyetlere alışkındır ve konfora meraklı değildir. Dolayısıyla, bilet almak için çile çekmekten, uzun saatler boyunca aç kalmaktan, maçı ayakta izlemekten, maça girişlerde ve çıkışlarda sıkışıklık nedeniyle sürüklenmekten pek şikayet etmez, hatta bunların bir kısmını maç tecrübesinin ayrılmaz bir parçası olarak görür. Bu durum, kulüp yönetimlerinin statlarını yenilerken, taraftarlarını düşünmemeye devam edebilmelerindeki en önemli neden. Son dönem stadyumlarında dikkat edilen ilk ve belki de tek konu, yaratılacak olan atmosferin rakip takım ve tercihen hakem üzerinde baskı oluştururken, ev sahibi takıma itici güç vermesi. Bu saikle, hemen tüm stadyumlardaki atletizm pistleri kaldırıldı ve tribünler bazı noktalarda sahanın yarım metre kadar yanına getirildi. Bu tasarımın seyir zevkini arttırmakla beraber, gerilime yaslanan ve başarıya odaklanan endüstriyel futbol anlayışının bir tezahürü olduğunu düşünüyorum. Bu noktada İngiltere ve Almanya gibi ülkelerdeki örneklerin, Türkiye açısından anlamlı olmadığını da söylemem gerekiyor. İstanbul’un merkezi noktalarında yer alan 3 büyük takımın stadyumlarından atletizm pistleri kaldırıldı ve bunların yerine, halkın da yararlanabileceği yeni spor sahaları yapılmadı. Sonuç olarak, kent merkezinde, binlerce metrakare yer kaplayan ve yılda taş çatladı 25 gün kullanılacak devasa tesislerin varlığı, kapitalizmin müsrifliğini ortaya koyuyor.
Hayır, alınmasın demiyorum. Almanya’dan illa bir örnek alınacaksa, Allianz Arena’nın Bayern ve 1860 Münih tarafından ortak kullanımı örnek alınsın.    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder