32. İstanbul Film
Festivali Yarışma Bölümü’nde yer alan “Öğrenci”, Kazakistan yapımı bir “Suç ve
Ceza” uyarlaması. Yönetmen-senarist Darezhan Omirbayev’in yarattığı modern
Raskolnikov, kira parasını denkleştirmeye çalışan bir üniversite öğrencisi.
Günlük yaşantısında tanık olduğu eşitsizlikler, maruz kaldığı haksızlıklar ve
güçlü olanın ayakta kalacağını öğütleyen serbest piyasa propagandası, öğrenciyi,
eski ceza kanunu tabiriyle “cürüme teşvik” ediyor.
Aynı zamanda bir öğretim
görevlisi olan Omirbayev’le filminden ve sovyet sonrası Kazakistanından
konuştuk*.
2010’lu yıllarda,
yayınlanışından neredeyse 150 yıl sonra, neden “Suç ve Ceza”yı sinemaya
uyarlama ihtiyacı hissettiniz?
Bunun biçime ve içeriğe ilişkin nedenlerini sayabilirim.
Elbette çok önemli bir roman, Davut ve Golyat’ın hikayesi gibi, bir öğrenci
bütün dünyaya karşı duruyor. Ayrıca ayrıntılı betimlemelerle bezeli bir
kompozisyona sahip ve sinematografik olarak tanımlanabilecek bir roman; okurken
sahneler canlanıyor gözünüzde. Örneğin, Raskolnikov’un paltosunun içine baltayı
koymasını ve diğer bütün hazırlıklarını detaylı bir biçimde tasvir ediyor.
İçeriğe ilişkin olarak şunları söyleyebilirim. Kapitalizm Kazakistan’a ikinci
defa geliyor, büyük eşitsizlikler var. Eskiden halk bir bütündü, şu anda zenginler
ve yoksullar olarak ayrılmış durumda ve gelir dağılımında büyük bir uçurum var.
İsviçre’de en zengin kesim, en yoksul kesimin 3 katı kadar gelire sahip, çok
zenginlerden yüksek vergiler alınıyor; neredeyse sosyalizm! Rusya’da yapılan
bir araştırma - Kazakistan’da da durumun farklı olduğunu düşünmüyorum - bu
farkın çok daha fazla olduğunu gösteriyor. Bugün Kazakistan’da 300 dolar da, 3
milyon dolar da kazansanız, %13 oranında vergi veriyorsunuz.
Sovyet döneminde insanlar bazı şeylere çok alışmışlardı,
dolayısıyla bütün işletmelerin özelleştirileceğini ve insanların işsiz
kalacaklarını öngöremediler. Perestroyka yıllarında insanlar, ekonominin
yolunda gitmeye devam edeceğine ve buna ilaveten, özgürlüklerin artacağına
inanıyorlardı. Örneğin benim Sovyetler Birliği döneminde 2 önemli sorunum vardı; kot pantolon almak ve
Bergman filmlerini izlemek. Şimdi bolca kot pantolon alabiliyor ve Bergman
filmlerini de izleyebiliyoruz ancak
ülkenin yaslanacağı bir temel, sağlam bir ekonomi vs. kalmamış durumda.
Filmde ders anlatan
iki üniversite hocasından ilki, Kazakistan’da çok sayıda milyoner olmasını över
ve öğrencilerin bundan ilham almasını öğütlerken, diğer hoca, sisteme
geleneksel olarak tanımlanabilecek bir karşı çıkış öneriyor ve Asyalıların,
kapitalizmin temeli olan protestan ahlakından farklı değer yargılarına sahip
olduğunu savunuyor. Bugün Kazakistan’da bu iki yaklaşımın dışında, evrensel
hale gelebilecek, eşitlikçi ve halkçı bir seçenekten söz etmek mümkün mü?
Henüz insanların tepkileri duygusal boyutta. Max Weber’e
göre, kapitalizmin kaynağı protestanlıkta yatıyor. Bu sistemi protestan
geleneğinden olmayan bir ülkeye getirdiğinizde büyük sorunlar ortaya çıkıyor.
İnsanlar, kapitalizmin kendilerine uygun bir sistem olmadığını yeni yeni
anlıyorlar. Örneğin Rusya’da farklı arayışlar başladı. Eskiden bütün ekonomi
devletin elindeyken, günümüzde işletmelerin neredeyse tamamı özelleştirilmiş
durumda. Şimdi Kazakistan’da bir siyasi parti, ekonomide kamulaştırmaların
yapılması talebini savunuyor ve bunun için bir referandum istiyor.
Ülkemizde bilimsel çalışmalar ve üretim azalıyor.
Kapitalizmin hali ortada, bu yüzden sosyalizmin geleceğinin olduğunu
düşünüyorum.
Filmin fragmanı, youtube'da filmin tamamı bulunuyor, ingilizce altyazılı ve biraz düşük kalitede de olsa.
Kazakistan’daki film
endüstrisinin durumuyla, Sovyetler Birliği zamanındaki durum arasında benzerlikler
ve farklılıklar nelerdir?
Neyse ki devlet filmleri finanse etmeye devam ediyor. Bir
yılda yaklaşık 10 film çekiliyor ve bunların 7 ya da 8’i devlet tarafından destekleniyor;
bunun yanısıra özel yapımcılar da var. Sansür uygulaması yok. Tabi yılda 10
film çok az bir rakam, ayrıca insanlar da Kazak filmlerine ilgi göstermiyorlar
ve Hollywood filmlerini izlemeyi tercih ediyorlar.
Festivale katılan
“Kuleli Ev” filminin yönetmeni Eva Neymann, Ukrayna’da bu rakamın daha az
olduğunu söyledi.
Evet, eski Sovyet cumhuriyetlerinin hemen hepsinde bu durum
sözkonusu.
20 yıl önce de
festivale gelmiştiniz, o dönemde Türkiye sineması bir krizin içindeydi ancak bu
geçen sürede yeni yönetmenler yetişti ve önemli filmler çekildi. Bu filmler ve
yönetmenleri takip ediyor musunuz? Örneğin, Zeki Demirkubuz’un Dostoyevski
uyarlaması “Yeraltı” yı gördünüz mü?
Zeki Demirkubuz’u bilmiyorum. Ama 11’e 10 Kala (Pelin Esmer)
çok beğendiğim bir filmdi ve jüri üyesi olarak katıldığım bir festivalde,
filmin ödül alması için de epey uğraştım! Moskova Film Festivalinde’de Ana
Dilim Nerede (Veli Kahraman) filmini çok beğenmiştim, ama ödül almasını
sağlayamadım.
Tabi Nuri Bilge Ceylan’ın İklimler ve 3 Maymun’unu da
gördüm. Bir de bunun dışında Kazak tv’lerinde gösterilen dizilerinizi biliyorum.
Filmle başladık,
filmle bitirelim. Cinayet sahnesi ve şiddet içeren diğer sahnelerde, kamerayı
başka bir yöne çeviriyor ve akan kanları, vurulan insanları göstermiyorsunuz.
Bu tercihinizle ilgili ne söyleyebilirsiniz?
Bu çok gerçekçi bir yaklaşım olurdu, bence günümüzde
sinemanın en önemli sorunlarından birisi çok gerçekçi olması. Örneğin İran
filmi “Ayrılık”. Hayatın kopyası bir film yarattığınızda bu sanat olmaktan
çıkıyor. Bir operaya gelip, müzik olmadan librettoyu dinlemeniz gibi. Aslında
operaya öncelikle müzik dinlemek için gidersiniz. Sinemaya da gerçekliğin
aynısını görmek için değil, iyi bir film izlemek için gidersiniz. Bu sahneleri
gösterseydim hayatın dilini kullanmış olacaktım ama ben sinema dilini kullanmak
istedim.
*Rusçadan çeviri için Natalia Makarova’ya teşekkür ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder