4 Ocak 2013 Cuma

Futbol Şarkılarının Üretim Süreçleri




*Bu yazı, 04.01.2013 tarihli soL'da yayınlanmıştır. Yazının sonundaki videonun altına eklediğim bölüm,  ne yazık ki ihmalkarlığımdan ötürü gazetedeki yazıda yer almadı.
Futbol Şarkılarının Üretim Süreçleri
Geçen hafta tribünlerde yankılanan tezahüratların, insanı gülümseten ya da ruhunu acıtan örneklerinden bahsetmiştim. Bu hafta, futbol şarkılarının üretim süreçlerine değinmeye çalışacağım.
Futbol şarkıları ya da tezahüratlarının üretiminde belli başlı iki yönelimden söz edilebilir. Birincisi, ki bunları genellikle taraftarlar kendileri üretirler, popüler şarkıların melodilerine sözler yazılması ve böylelikle, taraftarların çoğunun zaten kulak aşinalığı olan ezgileri kolaylıkla tekrar edebilmelerinin sağlanmasıdır. İkinci gruba ise, özel olarak taraftarların tüketmesi amacıyla bestelenmiş ve birçok örnekte, belirli bir takımı konu alan ürünler girer. Birinci grupta yer alan örnekler hemen akla gelebilir, “Birtanem söyle canım ne istersen iste benden”, hemen her takımın takipçileri tarafından yıllardır kullanılan bir güfte. Ya da, özellikle uluslararası karşılaşmalarda söylenen “Gençlik Marşı”. Galatasaray’ın Avrupa Kupalarında iddialı olduğu yıllarda, “Kapalı” dakikalarca bu marşı söyler, seyircilerin geri kalanı maça konsantre olsa da, marşı ezbere bildiklerinden, oyunun durduğu bir anda koroya katılabilirler ve çıkan sesi arttırırlardı. İkinci gruptaki örnekleri anımsamak ise daha güçtür, çünkü bunlar çoğu zaman taraftarlar tarafından benimsenmeyen girişimler olarak kalmaktadırlar. Mehveş Emeç’in “Cimbom Galatasaray” marşı, yaklaşık 15 yıl önce bestelendiğinde bir ilgi uyandırmış hatta o sezon kazanılan şampiyonlukta bir motivasyon kaynağı olmuş olsa da, bugün pek işitilmiyor. Gripin’in daha geçtiğimiz yıl Galatasaray için yaptığı marş da, taraftarların dillerine düşmedi. Bu başlıkta, Kıraç’ın Fenerbahçe’nin 100. yılı için bestelediği marşın kısmen de olsa bir istisna oluşturduğunu söyleyebiliriz. Saydıklarım, profesyonel müzisyenlerin elinden çıkan örnekler. Bir de anonimleşmiş bazı ezgilerin, sıradan sözlerle stüdyoda kaydedildikten sonra, maçlardan önce hoparlörlerden çalındığına şahit olunuyor. Bunlar ise genellikle seyircileri havaya sokmaktan uzaklar ve bazıları, anlamsız sözler içeriyor; İnönü’den bir örnek: “1903’te doğdu, sporuma güneş oldu!”

*Üstteki video, Spartak'ın bir deplasman maçından, maçtan önce Blanter'in bestesi olan Futbol Marşı seremoninin bir parçası olarak hoparlörlerden çalınıyor. Ancak taraftarların niye Rusya Milli Marşı'nı (Bestesi eski SSCB Marşı) söylediklerini anlayamadım. Vaktiyle üşenip Rusça öğrenmeyince böyle oluyor!
Klasik Vuruşlar
Bir de, çok sesli müziğin ustalarının ellerinden çıkan eserler var. Rusya’da, Sovyetler Birliği döneminden bu yana, maçlardan önce tribünlerde çalınan 1938 tarihli “Futbol Marşı”nın altında, ünlü “Katyuşa” ve daha az ünlü “Kara Gözlü Kazak Kızı”nın da bestecisi olan Matvey Blanter’in imzası var. Blanter bu besteyi tamamladığında, bir futbol tutkunu olan Dimitri Şostakoviç’in çok sevindiği söylenir. Futbol sevgisini, hakem lisansı alma, maçları takip etme ve istatistiklerini tutmaya kadar vardıran Şostakoviç’in de, futbol üzerine besteleri var (Hatta Şostakoviç, basın tarafından ilgiye mazhar olan 1935 yılındaki uzun Türkiye Turnesinde, bir fırstatını bulup yanına büyük keman virtüözü David Oyştrah’ı da alarak, Fenerbahçe’nin bir Avusturya takımıyla Taksim Stadı’nda oynadığı maçı izlemiş). 1930’lu yıllarda bestelediği Altın Çağ isimli bale müziğinin içinde yer alan, “İki Sovyet futbolcusunun dansı” adlı parça, internetten kolayca ulaşılabilecek bir örnek. Klasik müzik bestecilerinin futbol üzerine verdikleri eserler bunlarla sınırlı değil. İngiliz gazeteci Gavin Mortimer’ın, A History of Football in 100 Objects (2012) başlığını taşıyan ve henüz Türkçeye çevrilmemiş çalışmasından okuduğuma göre, bilinen ilk futbol şarkısı, (Sir) Edward Elgar’ın piyanosundan çıkmış. Elgar, 1896 yılında Wolverhampton Wanderers’ın bir maçını izledikten sonra, özellikle de taraftarların armonisine hayran kalıp bir futbol tutkunu haline gelmiş ve izleyen yıllarda, her hafta 65 km pedal çevirerek stadın yolunu tutmuş. Bir muhabirin bir karşılaşmayı gazetesine aktarırken, başarılı bir taktik organizasyonu “He banged the leather for goal” (“Topa gol için vurdu” olarak çevrilebilir) tümcesiyle tanımlamasından ilham alarak, bu ismi taşıyan icrası kolay bir eser bestelemiş. Ne yazık ki eser, taraftarlar arasında pek ilgi görmediği gibi, canlı olarak ilk defa çalınması da 2010 yılını bulmuş!
Taraftarların da benimseyeceği bir marş yazmak, bir klasik müzik sanatçısına, örneğin futbola merakı bilinen Fazıl Say’a nasip olur mu acaba?
* Bu da, Şostakoviç'in Golden Age (Altın Çağ, 1930) balesinde, 2 Sovyet futbolcusunun dansı. Bale'nin hikayesi wikipedia ve onun referans gösterdiği bir kaynaktan okuduğuma göre şöyle: Bir sovyet futbol takımı Avrupa turnesine çıkar, muhtemelen Weimar Berlin'inde polis tacizi, maçların şikeyle manipülasyonu gibi türlü kötülüklere maruz kalır ve nihayetinde haksız yere hapsedilirler. Kurtuluşları, burjuvazinin iktidarda olduğu bu ülkede, işçilerin ayaklanması ve burjuvazinin iktidardan düşürülmesi ile olur. Balenin sonunda misafir oldukları ülkenin işçileriyle birlikte coşkulu bir dansa kalkarlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder