9 Aralık 2012 Pazar

Socrates,yine, yeniden





*Bu Yazı, 07.12.2012 tarihli soL Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Yine, Yeniden Socrates
Socrates’in ölümünün üzerinden bir yıl geçti ve bu süre içerisinde çok sayıda yazı okuma şansı bulduk; hemen her Brezilyalı futbolcu gibi bir lakabı olan ve, birçok başka niteliğiyle birlikte, lakabıyla müsemma oluşuyla da diğerlerinden ayrılan O Doutor hakkında.
Birçok soL okuru sporseverin de okuduğu düşünülebilecek bu yazılarda verilen bilgileri tekrarlamak lüzumsuz olacaktır. Ancak Socrates’in portresi bir çok boyutuyla, futbolun dönüşümü üzerine yeniden düşünmek ve konuşmak adına bolca veri sunuyor. Onun öyküsü, yalnızca bugünden bakıldığında değil, kendi dönemi içerisinde de sıradışı. Kariyerlerinin sonuna kadar futboldan başka bir işle ilgilenmesi neredeyse imkansız olan ve eğitimleri nadiren üniversite seviyesine ulaşan profesyoneller arasında bir tıp doktoru. Entellektüel olmanın hoş karşılanmadığı, aktivizmin ise bir günah addedildiği futbol dünyasında, özgün sözlerini ve yaratıcı eylemlerini sakınmadan ortaya koyan bir devrimci. Bir başka deyişle, ülkemizde bir dönemin kötü şöhretli “Ne sağcıyız ne solcu, futbolcuyuz futbolcu” klişesinin anti-tezi. Üstüne üstlük, işçilerinin yeşilaycı, bionik atletler olmasının beklendiği günümüz endüstrisinin, elinde birası ve sigarasıyla bir anti-kahramanı.
Doktorluğu, futbolu bırakmasından sonra memleketinde bir spor rahatsızlıkları kliniği açacak kadar sahici. Entellektüelliğini, geçtiğimiz haftalarda da bu köşede andığımız Bellos’un kitabında yer alan söyleşisinden anlayabiliyoruz. Kulüpleşmenin plaj futboluna kadar uzanmasıyla birlikte, çocukların eskisi kadar özgürce oynayamamasını ve futbolun her seviyede standartlaşmasını, Brezilya’nın kentleşme sürecine ustaca bağlıyor. Devrimciliği, kahramanlarının Fidel, Che, John Lennon ya da başkaları olmasıyla sınırlı değil. Benzer tarihsel figürleri konuşmalarında bolca anan başka futbolcuların yapamadığını, Vladimir(isme dikkat!) ve Walter Casagrande gibi takım arkadaşlarıyla beraber oluşturduğu Corinthians Demokrasisi hareketi ile başardı. En ünlü eylemlerini hatırlamadan olmaz: 18 yıllık diktatörlüğün son demlerinde, Corinthians forması üzerinden Brezilyalıları oy kullanmaya çağırmaları.
Sahanın içine bakıldığındaysa, Socrates’in kaptanlığını yaptığı 1982 Dünya Kupası’ndaki milli takımın macerasının, oyunun teknik ve taktik anlamındaki dönüşümünde bir milat olarak kabul edildiğini görebiliriz. Teknik direktör Tele Santana, 1978’deki başarısızlığı, oyuncuların yeteneklerini kısıtlayan bir anlayışa bağlamış ve isimlerini sayarken dahi insanı heyecanlandıran Zico, Socrates, Eder, Falcao gibi hücum virtüözlerini serbest bırakmayı tercih etmişti. Sonraları, Socrates de , “modern toplumda status quo karşısında kendi düşüncelerini üretecek ve bunu yaşama geçirecek insanlara ihtiyaç var” diyerek anlatıyordu ’82 Brezilya kadrosunun yaklaşımını. Sonuçta Brezilya, finale çıkmak için, o zamana kadar organize bir savunma takımı görüntüsü veren İtalya karşısında yalnızca bir beraberliğe ihtiyaç duymasına ve bu skoru 2 defa yakalamasına rağmen, biraz da kazanma tutkusunun verdiği sarhoşlukla, Rossi’nin üçlemesine engel olamamıştı. Bu maçtan sonra, savunmayı hücum kadar önemsemeyen geleneğin son temsilcisi Brezilya milli takımı da, Avrupalılaşma sürecine girecekti.
Brezilya’nın Metin Kurt’u, ne kadar anılsa azdır.

*Az ama öz gol yiyen Dassayev'in yediği o "öz" gollerden biri.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder