*Bu yazı, 21.12.2012 tarihli soL'da yayınlanmıştır. Yazının sonunda 1991 Şampiyon Kulüpler Yarı Final 1. maçı, Bayern-KızılYıldız'ın özeti izlenebilir.
Şampiyonlar Ligi’ni kimin kazanacağını
merak ediyor muyuz?
Avrupa
futbolunun gösterişli turnuvası Şampiyonlar Ligi’nde grup maçları geride kalmış
ve 2. tur eşleşmeleri henüz belli olmuşken, kayda değer tek sürpriz olarak,
geçtiğimiz sezonun şampiyonu Chelsea’nin elenmesi göze çarpmakta. Futbol
tanrılarının sonucu belirlediği Celtic-Barça maçı gibi tek maçlık şokları
saymazsak.
Futbol, bütün
takım sporları arasında beklenmedik sonuçlarla en sık karşılaşılabilecek branş.
Bu branşın günümüzdeki ana sahnesi Şampiyonlar Ligi ise, belli başlı büyük
takımların güçlerini yarıştırdıkları, buna karşın diğer katılımcıların nadiren
üst turlara yükselebildikleri bir yarışma haline geldi. 2004 yılındaki
Porto-Monaco finalini izleyen sezonlarda, ilk finalini gören tek takımın
Chelsea olması, durumu özetliyor.
Simon Kuper ve
Stefan Szymanski, birlikte hazırladıkları ve Türkçe çevirisi de bulunan Soccernomics başlıklı çalışmada, Avrupa
Kulüpler Şampiyonluğu’nun, yıllar içerisinde kentlere dağılımını veri alarak, çıkarımlarda
bulunuyorlar. Kitabı okuyanlar, yazarların bazı sonuçlara, “indirgemeci”
yorumlarla ulaştığı fikrine kapılmış olabilirler. Örneğin, İngiltere’nin
uluslararası şampiyonalardaki başarısızlıklarını, orta sınıfın giderek
kalabalıklaştığı bu ülkede, milli takımın oyuncu havuzunun halen ağırlıklı
olarak işçi çocuklarından oluşmasına bağlamak, pek gerçekçi değil. Konumuza
dönersek, yazarlar bu dağılıma bakarak, şampiyona tarihinin ilk yıllarında,
Madrid ve Lisbon gibi faşist başkentlerin öne çıktığını, sonraları sınai
işletmeleriyle tanınan Milan, Manchester vb. kentlerin kupaları kazanmaya
başladığını, bir dönem nüfusu 1 milyonun altında olan, Nottingham,
Mönchengladbach vd. kentlerin takımlarının finallerde görüldüğünü not ediyor
ancak, Bosman kuralları ve diğer gelişmelerle birlikte, küçük kentlerin yeni
finalistler çıkarmasının pek mümkün gözükmediğini tespit ediyorlar. Yazarların
bu konuda eleştirel bir tutum almayarak, durum tespitiyle yetindiklerini de
ekleyelim.
Gerçekten de Bosman
kuralları, oyuncuların bireysel ve mali hakları üzerinde iyileşmelere yol
açtıysa da, futbolseverlerin yeni bir Kızıl Yıldız, Dinamo Kiev, Borussia
Mönchengladbach serüvenlerine tanık olmalarının önündeki engellerden bir
tanesi. Hatta tartışmaya açık olmak kaydıyla,
AB üyesi ülkelerin vatandaşı olan futbolcuların, yabancı statüsüne
girmeden bir başka AB ülkesinde oynayabilmesinin de bu engellerden bir diğerini
teşkil ettiğini söyleyebilirim. Sorun yalnızca, yetenekli oyuncuların erken
yaşlarda büyük liglerin yolunu tutması da değil; bu liglerin dördüncülerinin
dahi Şampiyonlar Ligi’ne katıldığı bir ortamda, yıldız oyuncular, kendilerini
göstermek için küçük liglerin şampiyon takımlarına gitmeye ihtiyaç duymuyor,
bunun yerine örneğin Arsenal’in yolunu tutuveriyorlar. Bunu söyleyerek, geçtiğimiz
haftalarda Mehmet Demirkol’un Spor Servisi programında dile getirdiği, yabancı
oyuncu sayısındaki sınırsız serbestliğin, daha olumlu sonuçlar doğuracağı
görüşüne katılmadığımı da belirtmiş oluyorum. Her ne kadar Demirkol’un,
yukarıda anılan yazarlar kadar tutkulu bir serbest piyasa savunucusu olduğunu
düşünmesem de, her iki yaklaşımın da aynı eksik değerlendirmeden muzdarip
olduğunu düşünüyorum. Nasıl Avrupa Birliği vb. iktisadi-siyasi birlikler,
ekonomik zenginlikleri arasında dağlar kadar fark olan ülkeleri aynı kriterlere
göre bir araya getirdiğinde, Yunanistan, İspanya gibi ülkelerin yoksul
emekçilerinin daha da yoksullaşması sonucu ortaya çıkıyorsa, Bayern Münih ile
Olympiacos’un aynı koşullarda, eşit bir biçimde rekabet etmesi de mümkün değil.
*Şampiyonlar Ligi'nin arifesi, Şampiyon Kulüplerin son demleri. Böyle bir kızıl yıldız, dinamo, mönchengladbach, steau gelir mi bir daha?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder