10.01.2014 tarihli soL'da yayınlanmıştır.
Eşsiz Eusebio
Süper yeteneklere ve göz alıcı
kariyerler sahip çok futbolcu var güzel oyunun tarihinde. Ancak formasını
taşıdığı kulübü ya da ülkeyi bir üst lige taşıyan oyunculara sık rastlanmıyor.
5 Ocak’ta yaşamını yitiren Angolalı babanın Mozambikli çocuğu, Portekiz’in
kralı Eusebio bu sıralamada üst basamaklarda yer alıyor.
Güçlü fiziği ve bu fizikten
kuvvet alan sert şutlarıyla- ki çektiği şutların direkten dönerek ceza
sahasının dışına düştüğü çok kez vakidir- Benfica’da parladığında, Lisbon
kulübü ülkesinin en iyi takımı olduğunu kabul ettirmiş ve Real Madrid’in 5
yıllık müthiş serisini bozmuştu bile. Bir sonraki Şampiyon Kulüpler zaferinde
Eusebio’nun da imzası vardı ve 1960’ların Benfica fırtınası Avrupa’da da esmeye
başlamıştı artık. (Diktatör Salazar, onun 3F’si, yahudi teknik direktör Gutmann
ve Afrikalı Eusebio dörtgeninden oluşan meşhur muhabbete girmiyorum bu yazıda,
Radikal’de 2012 Aralığında yayınlanan “2buçuktan 3F” başlıklı makaleyi tavsiye
ederek) Bu yıllarda kulüpler bazındaki
Avrupa kupası popülerleşmeye başlamıştı ancak halen dünya futbolunun merkezi
Dünya Kupası olmaya devam ediyordu. 1966 İngiltere, Portekiz’in 32 yıl aradan
sonra katılacağı ilk turnuva olacaktı ve takımının en güçlü silahı, ağır topu,
amiral gemisi artık hangi askeri güç belirten terimi koyarsanız koyun,
Eusebio’ydu. Turnuva boyunca Macaristan’a karşı oynadıkları ilk maç hariç,
hiçbir randevuyu boş geçmeyip 9 golle Altın ayakkabıyı alarak, bu beklentinin
hakkını verecekti. Sömürgecisinin formasıyla da olsa 13 numara, dünya futboluna
izini bırakan ilk siyahi değil ama ilk Afrikalı futbolcu da oluyordu.
Portekiz-K.Kore 1966 ilkyarı. İngilizlerin 2-0'dan sonra "easy easy" ve "we want three" tezahüratları muhteşem, tribün çekimlerinde insanların ne kadar eğlendiği görülüyor. Kupa tarihinde ev sahibi halkın turnuvanın keyfini en çok sürdüğü yıl 1966 belki de.
Liverpool’da Kuzey Kore’ye karşı
oynanan çeyrek final, kuşkusuz futbol tarihinin en ilginç maçları arasında yer
alır. Kupanın Avrupa ve Amerika kıtaları dışındaki tek katılımcısı olan ülkenin
sporcuları, Middlesborough’da oynanan grup maçlarında İngiliz futbolseverlerin
desteğini kazanmışlar ve İtalya’yı yenerek dikkatleri üzerlerine çekmişlerdi.
Everton’ın sahası olan, Goodison Park’ı hınca hınç dolduranlar, 1. dakikada öne
geçen ve maçın ilk çeyrek dilimi tamamlandığında 3-0’ı yakalayan Koreliler’in
her driplingi, şutu, savunma hamlesini çılgınca alkışlıyorlardı. Tribünler
böyle dalgalarını geçerken Eusebio’nun 4 golüyle Portekiz maçı çevirmiş ve yarı
finalde evsahibinin rakibi olmuştu. Bobby Charlton’ın 2 golüyle İngilizler
kazandığında hüngür hüngür ağlaması, bu mağlubiyetin Portekiz’de “gözyaşı maçı”
ismiyle hatırlanmasının nedeni.
Eusebio’nun sportmenliği de
dillere destandır. Forvet oyuncularının sert savunmacılarla boğuşarak sık sık
sakatlandıkları yıllarda oynamasına rağmen sevecenliğini yitirmemiştir. Penaltıdan
mağlup ettiği Lev Yashin ve diğer birçok kaleciyi selamlaması, onunla
özdeşleşen bir jestti; tıpkı 1968 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası finalininin
son dakikalarında mermi gibi şutunu kurtaran Manchester United kalecisi
Stepney’i alkışlaması gibi.
Önümüzdeki günlerde, 1965 yılında
Eusebio’nun kazandığı Dünyada yılın futbolcusu ödülü sahibini bulacak; Messi,
Ronaldo ve Ribery iddialı adaylar. Bu futbolcuların hem kendi aralarında,
özellikle ilk ikisinin de gelmiş geçmiş tüm oyuncular arasında kıyaslandığına,
kimin en iyisi olduğuna dair tartışmalar ve geyikler hiç bitmez. Elbette ki bu
tartışma, her oyuncunun oynadığı dönemin kendi özelliklerini ve futbol
anlayışını barındırdığı ve futbolcuların kendi koşulları içerisinde
değerlendirilmeleri gerektiği doğrudur. Hatta kimin en iyi olduğu tartışmasının
futbolun öz nitelikleriyle çeliştiği söylenebilir. Yine de muhabbeti sürdürmek
isteyenlere bir hatırlatma. Eusebio, Pele, Di Stefano ve diğerlerinin çok az
sayıda maçını izledik, onlara ait gördüğümüz görüntüler hep iyi oynayıp goller
attıkları maçlardan. Rakip defansın arasında kaybolduklarını görmüyoruz ve
sihirleri bozulmuyor, oysa Messi’nin neredeyse takımdan ayrı yaptığı düz koşuyu
bile anında izleyebilecek durumdayız. Hal böyle olunca, nostaljik duyguların da
etkisiyle eskileri yüceltirken, yenilerin asla onların seviyesine
gelemeyeceğine inandırabiliyoruz kendimizi. Şöyle bitirelim, Ronaldo ve
Ibrahimoviç’in şut teknikleri, Eusebionunkiyle rahatlıkla boy ölçüşebilir hatta
daha üstün oldukları söylenebilir, ancak bu iki zat-ı muhteremden yukarıdaki
jestlerin benzerlerini izlemek mümkün olmamıştır ve pek muhtemel mümkün
olmayacaktır da.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder