*Bu yazı, 26.10.2012 tarihli Sol Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Kayseri’de Bir Yugo Efsanesi
Kayserispor
kimi sezonlarda aldığı parlak sonuçlarla ve zirve yarışını zorlamasıyla, kimi
zaman da, yöneticilerinin Bosman Kuralının varlığından habersizlermişcesine
yürüttüğü transfer süreçleriyle anılan bir takım. 2012 sonbaharında ise
Erciyes’in sarı-kırmızılıları, yeni teknik direktörleriyle dikkat çekiyor;
modern futbolun son top cambazlarından, bir yugoslav-hırvat efsanesi: Robert
Prosinecki.
Yugoslavya’nın,
birçok genç yıldızını turnuvaya göndermemesine rağmen kazandığı 1987 Dünya
Gençler Şampiyonası’nda yıldızı parladı. Kızıl Yıldız’ın 1991 yılındaki
Şampiyon Kulüpler Şampiyonluğu macerasında, özellikle yarı final eşleşmesinde
Reuter’li, Laudrup’lu, Effenberg’li, Aughenthaler’li Bayern Münih’i canından
bezdiren performansıyla da hafızalara kazındı. Yugoslavya’nın dağılma sürecine
girmesinden sonra da Hırvatistan formasıyla 1998 Dünya Kupası’nda üçüncülük
madalyası alırken ilginç bir ünvana sahip oldu: Dünya kupası finallerinde iki
farklı milli takımla birden gol atan tek oyuncu.
Gheorghe Hagi
ile birlikte, hem Barcelona hem de Real Madrid forması giyen ender yabancı
oyunculardan olan Prosinecki, tıpkı Hagi gibi parlak oyunculuk kariyerini
teknik direktörlüğe henüz yansıtamamış bir isim. Kulübedeki ilk deneyimini, Bilic’in
yardımcısı olarak Hırvatistan Milli Takımında yaşadıktan sonra, iki yıl
boyunca, geçtiğimiz ağustos ayının sonuna kadar Kızıl Yıldız’ın hocalığını
yaptı. Eski ihitişamlı günlerinden uzak, maddi sorunlarla boğuşan Crvena Zvezda ile zaman zaman başarılı
sonuçlar alsa da, ezeli rakipleri ve hemşehrileri Partizan’ın, Sırbistan Süper
Ligi’ndeki hegemonyasını kıramadı. Takımından ayrılırken, “Burası her zaman
benim kulübüm olacak, Balkanların en büyük takımı, taraftarların desteğine de
çok teşekkür ediyorum, ancak çeşitli kanallardan üzerimde kurulan baskıya daha
fazla dayanamayacağım” diyordu Hırvat Hoca. Sanılabileceğinin aksine, her ne
kadar Sırp bir annenin çocuğu olsa da, Hırvatistan milli takımının önemli bir
oyuncusu oluşu, taraftarların gözündeki değerini azaltmamıştı. Bu noktada,
kulübün parlak yıllarında kilit bir oyuncu olmasının da payı var; Militan
taraftar grubu Delije de konuya
“makul” bir yaklaşım göstermişti: “milliyeti yok, bir Hırvat değil, Sarıkafa bu
kulübün çocuğu”.
Prosinecki,
Kayserispor’a imza atarken, “Kazanmak isteyen ve hücum futbolu oynayan bir
takım kimliğine bürünmeliyiz, hem oyunculuğumda, hem de teknik adamlığımda bu
düşünceyi benimsedim” dedi. Gerçekten, benzer açıklamaları Kızıl Yıldız’a
başlarken de yapmıştı. Ancak, ilk sınavına, geçtiğimiz Pazartesi akşamı, Kadir
Has Stadı’nın son moda, rengarenk koltuklarında oturan sabırsız seyircisi
önünde çıkan “Robby”nin işi pek de kolay olmayacak. Forvet hattındaki Bobo’nun
etkisizliği, ince bilekli Cleyton’un ikili mücadelelerde zayıf kalması ve genel
olarak takımın belirgin bir pas ve hücum organizasyonu olmamasından kaynaklanan
kısırlığını, Mouche’nin ve diğer birkaç oyuncunun kişisel gayretleri
üretkenliğe çeviremedi. Savunmadan topla çıkarken yapılan kayıplar da, büyük
ölçüde bu düzensizliğin bir ürünü. Elbette, bu sezon 3. deplasman galibiyetini
alan, orta sahayı daraltmakta ve sınırlı hücum silahlarından azami düzeyde
verim almakta oldukça mahir olan İBB’ye karşı oynadıklarını da unutmamak lazım.
Prosinecki ve takımı, Carlos’un ekibinin kendilerine yaptığını, bu cumartesi
akşamı Şampiyonlar Ligi yorgunu Galatasaray’a karşı tekrarlayabilirse, ilk
mağlubiyetlerini telafi edebilecek bir sonuçla İstanbul’dan ayrılabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder