9 Şubat 2014 Pazar

Soçi 2014 ve Medya: Spor Hariç Her Şey

07.02.2014 tarihli soL'da yayınlanmıştır.
Soçi 2014 ve Medya: Spor Hariç Her Şey

Kış Olimpiyatının 22. edisyonu bugün açılış töreniyle birlikte, Rusya’nın Karadeniz kıyısındaki tatil beldesinde başlayacak. Soçi 2014, ülkemizde ve Çerkeslerin seslerini duyurabildikleri yerlerde, Çarlık dönemindeki Büyük Çerkes Sürgününün 150. yıldönümüne ve tam da bu sürgünün gerçekleştiği coğrafyaya denk gelmesine rağmen, Rusya Federasyonunun herhangi bir anma düzenlememsiyle tartışmalara konu oldu. Çerkeslerin dünya kamuoyundaki sınırlı etkisinden olsa gerek, Batı dünyasında eleştiriler daha ziyade Rusya’daki eşcinsellik karşıtı yasa ve Vladimir Putin’in otoriter yönetimine yöneltildi. Bunların yanı sıra, Oyunların bütçesinin şu ana kadar düzenlenen bütün kış oyunlarının toplam bütçesini aşarak 50 milyar doları bulması, bu fırlamaya türlü rüşvet skandallarıyla müsrif işletmeciliğin neden olduğu eleştirileri ve son Volgograd saldırılarıyla pekişen terör saldırıları endişesi de, Dev Slalom’u kimin alacağına, Biathlon’da hangi ülkenin öne çıkacağına, Buz Pateninde hangi sporcuların insanları büyüleyeceğine duyulan merakı gölgede bıraktı.

Bu köşede uluslararası spor organizasyonlarının, geçmişte olduğu gibi ev sahibi ülkenin prestijini arttırmasındansa, başına türlü belalar açmaya başladığından çeşitli defalar söz ettim ve anlaşılan bu yaz Dünya Kupası ve Rio 2016 vesilesiyle, Brezilya üzerinden bol bol söz etmeye devam edeceğiz. Yanında bir akıllı telefonu ve erişebildiği internet bağlantısı olan herkesin, dünyanın her köşesinden anında haber geçebildiği günümüzde, Soçi’deki Olimpiyat Köyü’nde tamamlanmamış otel ve konaklama ünitelerinden anında haberdar olunabiliyor (kolu olmayan kapılar, akmayan musluklar vs.) Ya da, Soçi’deki kamu otoritelerinin, sokak köpeklerini derdest ederek, en iyi senaryoyla bir barınağa kapattıkları ya da kötü senaryoyla zehirlediklerine ilişkin istihbaratı, bu istihbarata karşı bölgedeki otellerin önünde sokak köpekleriyle oynayan ve arada onları besleyen polisleri gösteren fotoğrafları da anında görebiliyoruz. Dolayısıyla, ne Rusya’nın ne de Brezilya ya da başka bir organizatör ülkenin, bu durumdan yakınmasının bir anlamı bulunmuyor. Yine de yukarıda değindiğim üzere Soçi 2014’ün sportif özü hakkında, kış sporlarıyla doğrudan ilgili kaynaklar dışında, değerlendirmeler okuyamayışımızın başka nedenleri olabileceğini de düşünüyorum.

Videonun yazıyla doğrudan bir ilgisi yok ama, Vancouver 2010'daki Kanada-ABD altın madalya maçının heyecanını hatırladım. Kanada'nın enfes bir dar alan verkacıyla attığı şampiyonluk golü, bu sporun en iyisi olduklarının bir kanıtı.

Öncelikle, kış sporları, futbol, basketbol, atletizm ve yaz oyunları kapsamında yer alan diğer birçok spor dalı kadar yaygınlıkta takip edilmiyor. Bu elbette yeni bir olgu değil, çevresel koşullar nedeniyle Kuzey ülkelerinde popüler olan sporların, dünyanın geri kalanında aynı ilgiyi görmemesi de doğal. Bir başka deyişle, Soçi 2014’ün sportif içeriğinin yeterince değerlendirilmemiş olmayışınının altında başka bir neden aramaya gerek olmayabilir. Ancak bu ilgisizliğin başlıca nedeninin yukarıda belirttiğim tartışma konuları arasından, Rusya Federasyonu’nun homofobik politikalarıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. ABD Başkanı Obama’nın, çeşitli platformlarda yasadan açık bir biçimde bahsetmesi- bir son dakika değişikliği olmazsa, bu gerekçeyle Açılış Törenine katılmayacak - iki ülke arasındaki güncel çekişmelerin de bir sonucu. Hatırlanacağı üzere Obama, Suriye’deki kimyasal silah kullanımını kırmızı çizgi olarak ilan etmiş ve Rusya’nın, BM gözetiminde bu silahların imhası seçeneğini devreye sokmasıyla, aslında kişisel olarak taraftar olmadığı ancak bir bakıma kendi ipiyle inmek üzere olduğu Suriye’ye askeri müdahale ihtimalinden, Putin yönetiminin uzattığı bir başka iple kurtulmuş oldu. Putin’in müdahalesi öyle bir etki yarattı ki, önde gelen bir Kuzey Amerikan dergisi Rusya’nın modern Çarını, yılın en güçlü kişisi ilan etti. Obama bundan rahatsız olsa gerek, birkaç hafta önce Jay Leno’nun talk-show’undaki kısa söyleşisinde, en çok dakikayı sözkonusu yasaya duyduğu tepkiye ve Putin’in, yaptıkları ortak basın toplantılarında, gazetecilerden hiç de alışık olmadığı biçimde gelen sert sorular karşısında düştüğü şaşkınlığa ayırarak, Rus liderin alenen dedikodusunu yaptı.

Obama’nın bu hassasiyetinde samimi olduğunu düşünüyorum; ancak democracynow.org’daki bir söyleşiden öğrendiğim kadarıyla, halen ABD’nin birçok eyaletinde eşcinsellik yasal bir işten çıkarma nedeni ve bazı eyaletlerde de, eşcinselliğin görünürlüğünü yasaklayan benzer yasalar yürürlükte. Sahi, 2014 Kış Olimpiyadı bu eyaletlerden birisinde düzenlenseydi, Bay Başkan Açılışlara katılmaktan feragat eder miydi yine?

Not: Bir çeviri harikası sonucu “Üşütük Popolar” olarak bildiğimiz filmin kahramanı olan Jamaika Bobsleigh takımı, 12 yıl aradan sonra 2 erkek sporcudan oluşan ekiple Oyunlarda. Ancak uçakta bavulları ve malzemeleri kaybolmuş, bunun sıkıntısını yaşıyorlarmış. Talihlerinin dönmesini umuyoruz. Bastır üşütük popo!

1 Şubat 2014 Cumartesi

Lider Oyuncu Sorunu

Lider Oyuncu Sorunu

Son yılların derecelerine bakıldığında, Türkiye erkekler basketbolunun, kulüpler ve milli takım seviyelerinde iyi bir noktada olduğu söylenebilir. 2013-14 sezonunda dört şampiyonluk adayı var; Galatasaray, Fenerbahçe, Banvit ve Anadolu Efes. Karşıyaka ve Beşiktaş, bu sezon olmasa da önümüzdeki yıllarda daha istikrarlı biçimde zirve için mücadele edebilecek potansiyel taşıyor. Bu sextet’in dışında basketbol geleneği olan Tofaş, Türk Telekom ve Ted Kolejliler gibi takımlar yeniden birinci ligin istikrarlı katılımcıları arasında yer alıyorlar. Bu takımlar Avrupa kupalarında da iyi performans gösteriyorlar, her ne kadar Euroleague ve 2. kupa olan Eurocup’ta final ya da final-four halen uzak bir ihtimal olsa da. Milli takım ise, kötü geçen 2 Avrupa şampiyonasına rağmen dünya ikinciliği ünvanını, en azından bu yaz İspanya’daki Şampiyona’ya kadar sürdürecek.

Biraz daha derinlere inelim. Ülkemizde profesyonel basketbol potansiyelini harekete geçirebiliyor mu? Herhalde önce sporcu kalitesi ve verimliliğine bakmak gerekir. Son 15 yılı, 2001 Avrupa ikinciliğini kazanan İbrahim Kutluay destekli K. Tunçeri, H. Türkoğlu, M. Türkcan, M. Okur jenerasyonu, 2006 Japonya’da parlayan Ender Arslan, Serkan Erdoğan, Cenk Akyol, Sinan Güler kuşağı takip etti. Bu kuşak da, üst devreden Hidayet-Kerem ve alt devreden Ömer Aşık-Semih Erden gibi takviyelerle yine evsahibi olduğumuz 2010 Dünya şampiyonasında 2.liği elde etti. Milli takımın yalnızca ev sahibi olunan şampiyonalarda başarılı olabildiği tespiti yapılabilir ve son 3 Avrupa şampiyonasının sonuçlarına bakmak da - Polonya 2009 bir nebze istisna oluştursa da- bu tespiti doğrulayacaktır. Ancak daha önemli sorun, Türkiye’de küçük yaş kategorilerinde ve profesyonelliğe adım attıkları yıllarda parlayan oyuncuların, performanslarını bir üst seviyeye çıkarmakta zorlanmaları. Bunu kimse başaramıyor demek istemiyorum, Serkan Erdoğan’ın bir dönem İspanya’da sayı krallığına oynaması, Ender Arslan’ın Efesteki başarılı yılları, Ömer Onan’ın Fenerbahçe yıldızlar topluluğuna dönüşmeden önce takımı sırtlayan oyuncuların başında gelişi ve diğer örnekler. Ancak Türkiye basketbolu, oynadıkları takımları sırtlayarak ve şampiyonluklar kazandıran ve hemen hepsi de gard olan, Papaloukas, Diamantidis, Spanoulis, Jasikevicius, Navarro ya da daha yenilerden Sergio Rodriguez, Milos Teodosic gibi isimler çıkartamadığı gibi, yazının başında belirttiğimiz takımların hiçbirisine yerli oyuncular ne liderlik görevi üstleniyor, ne de takımlarının birinci skor opsiyonu olabiliyorlar. (Bu tezin istisnası da, Hidayet’in gard olmamasına rağmen Orlando Magic’te zaman zaman lider oyuncu hüviyetine bürünmesi ve takımın NBA finali görmesidir)

2006 Dünya Şampiyonası Yarı Finali, Papaloukas liderliğinde(12 asist), henüz saçları olan ve sakalı olmayan Spanoulis, en formda haliyle Sofo, her zamanki haliyle Diamantidis ve diğerleri. Papaloukas ve Diamantidis yönetiyor, takımdaki herkes sayı atıyor. NBA yıldızlarına basketbol dersi.

Geçtiğimiz yaz U18 Avrupa Şampiyonası’nda Hırvatistan’ı finalde mağlup ederek altın madalyayı alan takımın oyuncuları arasından bu niteliklere sahip oyuncular çıkabilecek mi? Bu takımdan Kenan Sipahi, Obradoviç’in rotasyonunda bir yer edinmiş durumda ve usta koç, Top 16’da dakikaları doğal olarak azalmış olsa da, kendisine güvendiğini hissettiriyor. Kenan’ın ya da birkaç yıl daha tecrübeli Doğuş Balbay’ın ve diğerlerinin, Kerem Tunçeri’nin ulaştığı seviyeyi –ki hiç de azımsanacak bir rakım değildir- aşmaları, Türkiye basketbolunu daha kalıcı bir güç haline getirecektir.


Peki alt yaş gruplarında Avrupa şampiyonluğuna ulaşan sporcuların bu başarılarını kariyerlerinin devamında sürdürmelerinin, maç ve turnuva kazandıran oyun kurucu olmalarının önünde nasıl bir engel olabilir? Türkiye’de hem yerli hem yabancı çok sayıda yetkin koçlar ve antrenörlerin olduğunu görüyoruz. Pianigiani beğenilmiyor, yerine Obradoviç geliyor, seneye Efes için Ivkoviç’in adı geçiyor. Yazının başında andığımız kulüplerin en azından bir kısmı da, oyuncuların ücretlerini istikrarlı bir biçimde ödüyorlar ve Avrupa basketbolunun en iyi takımlarına karşı her hafta maça çıkıyorlar, dolayısıyla motivasyon ve deneyim kazanma başlıklarında da bir eksiklik yok. Burada makul bir tartışma, yabancı sınırlaması üzerine yapılabilir. Türkiye Ligi maçlarının her anında sahadaki beşte, iki yerli oyuncu bulundurma zorunluluğunun, yerli oyuncuları, nasılsa oynarız rehavetine ittiği yorumları yapılıyor. Bu elbette somut biçimde yanıtlanamayacak bir soru, ancak bu yasağın olmadığı İspanya ve Yunanistan takımlarının Euroleague’deki egemenliklerini, özellikle de yerli oyuncularına ve yerli oyun kurucularına dayandırdıkları düşünülürse (boşuna demiyorlar Gardın kadar konuş diye), bu sınırlamayı kaldırmak ve yerli-yabancı, genç-tecrübeli dengelerini kurmayı kulüplerin kendilerine bırakmak bir seçenek haline gelebilir.