23 Mart 2013 Cumartesi

Küba Beyzbol Kupasından Elendiğinde


*Bu yazı, 22.03.2013 tarihli soL'da yayınlanmıştır.
Küba Beyzbol Kupasından Elendiğinde
Geçmiş yıllardaki dünya kupası ve olimpiyat oyunları turnuvalarının en başarılı takımı olan Küba, bu iki turnuvanın yerine adapte edilen Beyzbol Dünya Klasikleri’nde, Hollanda’ya karşı oynadığı 2 maçı da kaybederek, yarı final vizesi alamadan elendi.
*Küba-Hollanda, çok çekişmeli geçen maçın son anlarında Hollanda, 4-6 gerideyken skoru çevirmeyi başarıyor.
Beyzbol Amerika kıtasının önemli bir bölümünde popüler bir spor, Küba’da ise en çok izleyici çeken, çocukların sokakta en çok oynadığı oyun. Bunun yanı sıra ülkenin, boksla birlikte, 1959 devriminden önce de başarılı sporcular yetiştirdiği iki branştan birisi. Dolayısıyla “Antillerin İnci”sinin dünya şampiyonasında son dörde kalamaması, Brezilya’nın Dünya Kupası’ndan elenmesine benzer bir etki yaratıyor. Beklenebileceği üzere, Küba basınında bu elenmenin nedenleri üzerine bir hayli kafa yoruldu.
Bu analizi, beyzbolun Robert Kolej sınırları haricinde pek de oynanmadığı ülkemizden yapmak pek mümkün değil; aslında oyuna dair bilgisi sınırlı olan benim de bu konuda sunacağım katkı sınırlı olacaktır. Yine de Küba’yı ve ülkenin spor sahnesini takip etmeye çalışan birisi olarak bazı noktalara değinmeye çalışacağım.
Son yıllarda profesyonel kariyer tercihinde bulunup ülkeyi terk eden Kübalı sporcuların sayılarının arttığı bir gerçek; bu duruma en çok boks ve beyzbolda rastlanıyor. ABD’de insan kaçakçılığına varan bu türden “transfer”leri organize etmekle ünlenen menajerlik ajansları var. Her ne kadar Küba’da milli takım seviyesine yükselmiş sporculara araba tahsisi gibi birtakım maddi özendiriciler sunulsa da, başarılı profesyonellere çılgınca paralar ödenen ülkelerle bu alanda rekabete girmek gereksiz olduğu kadar, Küba’nın uzun yıllardır ısrarla koruduğu ilkelere de aykırı (bu ilkelerin bir kısmına, Sportmence’nin ilk sayısında yer alan yazımda yer vermiş bulunuyorum). Ancak bu durum şampiyonadan erken elenmenin bir nedeni olarak değerlendirilemez; ülke halen yetenekli oyuncular yetiştirmeye devam ediyor ve bunların önemli bir kısmı, Cincinnati Reds takımının 6 yıl süreli ve 30 milyon dolarlık kontratına imza atan atıcı Aroldis Chapman’ın değil, “milyonlarca Kübalının sevgisini milyon dolarlara değişmem” diyen 70’lerin efsanevi boksörü Teofilo Stevenson’un yolunu izlemeye devam ediyor.
Bu durum istatistiklere de yansıyor. Küba turnuvanın toplam vuruş sayısı sıralamasında lider oldu ve diğer hücum istatistiklerinde de ilk sıralarda yer aldı. Forumlarda yapılan yorumların çoğunda, teknik yönetimdeki aksaklıklara ve kadronun tecrübesizliğine vurgu yapılıyor. Bazıları, antrenör Victor Mesa’nın bu seviye için yetersiz olduğunu ileri sürerken, diğerleri Mesa’nın çalıştırıcılığına kefil oluyorlar. Ayrıca, bizim de çok aşina olduğumuz “iyi oyuncularımız var ama iyi takım olamadık bu sene” en sık karşılaşılan değerlendirmeler arasında.
Salı Gecesi San Francisco’da oynanan finalde karşılaşan iki beyzbol ülkesinden Dominik Cumhuriyeti, Porto Riko’yu rahat bir biçimde yenince, şampiyonayı takip eden basın organları bu “kör parmağım gözüne” latifeyi kaçırmayarak, galiplerin rakiplerini “domine ettiğini” yazdılar. Herkesin ilk aklına gelen espri olsa da, Küba’nın komşuları turnuvayı maç kaybetmeden tamamladıkları için yerinde bir yakıştırma. Porto Riko da, ABD ve Japonya gibi iki iddialı takımı peş peşe eleyerek iyi bir sonuç almış oldu.
Küba’da ise bugünlerde, yukarıdaki tartışmaları ve şampiyonayı unutturan bir üzüntü var. Geçtiğimiz hafta ülkesine dönen takımın en iyi atıcıları arasında yer alan Yadier Pedroso geçirdiği bir trafik kazası sonucunda yaşamını yitirdi. Cenaze töreni ve sonrasında dile dökülen sözcükler, kısa ömründe halkının gönlünde yer edinmeyi başardığını gösteriyor, her zaman genç kalacak Pedroso’nun.

8 Mart 2013 Cuma

İnsan kendi kalesine gol atar mı hiç canım?


Bu yazı, 08.03.2013 tarihli soL'da yayınlanmıştır.
İnsan kendi kalesine gol atar mı hiç canım?
Bu soru futbolseverler için pek bir anlam ifade etmez. Öyle ya, maç hafızası sağlam birisi, birkaç dakika içerisinde hem de önemli karşılaşmalarda kendi ağlarını havalandırmış birçok ünlü oyuncuyu sayabilecektir.
Ancak futbolla ilişkisi arada bir kaçamak bakışlar atmakla sınırlı olan, ayağına top pek değmemiş, dolayısıyla “top yuvarlaktır” özlü sözünün içerdiği anlamı kavramakta zorlanabilecek olan bir tanıdığınızın bu soruyu son derece içten bir biçimde sorduğuna tanık olmuşsunuzdur. Bir an için kendinizi onların yerine koyarsanız, böyle bir acemiliğin nasıl affedilebileceğini düşünür halde bulabilirsiniz kendinizi.
Arjantin'den, İskoçya'ya kadar güzel bir derleme olmuş.
Ancak kazın ayağı hiç de öyle değildir, yalnızca geçtiğimiz hafta içerisinde iki deneyimli oyuncu, Dirk Kuyt ve Sergio Ramos, takımları için son derece önemli iki maçta bu talihsizliğin kurbanları olmuşlardır. Böyle bir durumda, takım arkadaşlarınızın sizi teselli etmeleri de üzüntünüzü hafifletmez, hatta en iyisi, hiçbir şey olmamış gibi kimsenin yanınıza gelmemesi ve size, bu kazayı önemsemediklerini göstermeleridir.
Yukarıdaki 2 örnek, en sık karşılaşılanlar arasındadır. Ceza sahasına gelen bir ortaya yapılan ters bir vuruş ve topun üzüntüyle ağlardan alınması. Buna karşın bazı “k.k.” atılmış goller vardır ki, yıllar geçse de unutmak mümkün değildir. Günümüzde Beşiktaş’ın yardımcı antrenörlerinden olan Recep Çetin’in, yaklaşık olarak 20 yıl önce Malmö deplasmanında, kendi boyunun 1.5 katı yüksekliğe çıkıp, harika bir voleyle ağları sarsması, halen neşeli futbol sohbetlerinin vazgeçilmez konu başlıkları arasında yer almaktadır. Bu golün tarihe geçtiği tarihte henüz yerinde duran Galata Köprüsü’nde yemekte olan bir yakınım, golün tekrarını izlerken “allah allah, muhteşem bir gol, niye kimse sevinmiyor” diye sormaktan kendini alamadığını, eşref saatinde anlatmaya devam etmektedir.
İnsan kendi kalesine daha saçma biçimlerde de gol atabilir, geçtiğimiz yıl Beşiktaş’ta oynayan Egemen Korkmaz, Gençlerbirliği deplasmanında durum berabereyken, kalecisine yavaşça bir geri pas atmak istemiş ancak kalecinin, topu kendisinde almak için yakınına sokulduğunu fark etmemişti, arkasını döndüğündeyse, topun tıngır mıngır ağlara gidişini izlemekten başka yapacak bir şey kalmamıştı. Jeneriklere girecek saçmalıkta bir gole de, geçtiğimiz haftalarda Galatasaray kalecisi Muslera, degajmanının arkadaşı Selçuk’un sırtına çarptırıp, adeta yoktan var ederek imza attı.
Bir futbolcunun kendi kalesine gol atması, her ne kadar oyuna içkin bir olgu olsa da, onu alaylara konu olmaktan alıkoyamayabilir. Christian Eichler’in İthaki tarafından 2004’te yayınlanmış “Futbolun Beceriksizleri Ansiklopedisi” adlı eğlenceli kitabından öğrendiğimiz kadarıyla Franz Beckenbauer, 1975 yılında üst üste 2 hafta kendi ağlarının tozunu aldıktan sonra, “kaleci Mıyer”in, “peki gelecek cumartesi Beckenbauer’i kim marke edecek” sataşmasına maruz kalmış. Kayzer bununla da yetinmemiş ve jübile maçında da kendi kalesine gol atarak tarihe bir not düşmeyi başarmış!
1994 Dünya Kupası’ndaki hikaye ise, yukarıdaki anekdotların aksine, yaşamın anlamını sorgulatacak kadar dehşet vericidir. Kolombiya’nın centilmen defans oyuncusu Andreas Escobar, ABD ile oynadıkları ve kaybettikleri karşılaşmada kendi kalesine bir gol attığı gerekçesiyle, ülkesine döndükten kısa bir süre sonra öldürülmüştü. Ülkedeki bahis mafyası suçlansa da, soruşturmalar sonucunda sadece bir kişi cinayetten hüküm giydi.
Sorun insanın kendi kalesine gol atmasında değil, İnsanlığın kendi kalesine gol atmasında.